TÜRK-KÜRT İLİŞKİLERİ

Türk-Kürt ilişkileri; çok uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce dayanmayan özümlemenin, gönüllü bütünleşmenin ve ortak değerlere sahip olmanın tarihidir.

Halklar arasındaki her ilişki özgündür ancak her özgünlüğün aynı zamanda başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt birlikteliği kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında rastlanmaz.

Bilinmezliklerle dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Kürtler ve Türkler, uzun dönemler boyunca, barışcı bir ortam içinde birlikte yaşamışlardır. Türkleşen Kürtler, Kürtleşen Türkler vardır, bir çok konuda yaşam ve duygu birliği içindedirler.

Çatışmasız geçen Osmanlı döneminden sonra, bu gün aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıdırlar.

Türk-Kürt ilişkilerinde halka inen bir çatışma olmamıştır. 12.Yüzyıl’daki bir kaç çatışma sayılmazsa 19.Yüzyıl’a dek, yani dış kışkırtmanın başlatılmasına dek, 700 yıl barış içinde yaşamışlardır.

Bugün hala tam olarak çözülmemiş olan ve eskiye giden etnik köken birliktelikleri ya da ayrılıkları ne olursa olsun, Kürtler ve Türklerin son bin yılı aynı devletin yönetimi altında geçmiştir.

Anadolu’da yaşayan bu iki halk, bugün birlikte yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur değil, aynı ulusu oluşturan iki iç unsur haline gelmiştir. Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.

Kürtler günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır.

Etnik kökenleri aynı olmasına karşın ekonomik ve kültürel olarak en gelişkin olanlar, Cumhuriyet yönetiminin sağladığı olanaklar nedeniyle Türkiye’de yaşayanlardır.

Tarihleriyle ilgili görüş birliği yoktur. M.Ö. 1000 yıllarında Türklerle birlikte Orta Asya’dan geldikleri, Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları ya da yaşadıkları bölgenin yerleşik halkı olduklarını ileri süren görüşler bulunmaktadır.

Kürtler, Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle Türklerle birlikte yaşamayı kabul etti. Ünlü tarihçi İDRİS BİTLİSİ’nin girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi.

Bu karara karşılık padişah yönetimi altına giren aşiretlere, iç işlerinde oldukça geniş haklar içeren ÖZERKLİK tanıdı. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan yaklaşık 500 yıl süren çatışmasız bir döneme girdi.

Türklerle-Kürtler arasında uzun geçmişe dayanan ilişkiler 11.Yüzyıl’dan sonra yoğunlaşmaya başladı. 12.Yüzyıl’da, yeni bir göç dalgasıyla Anadolu’ya yönelen Türkmenler, büyük kümeler halinde Musul-Rakka ve Urfa’ya yerleşmeye başladılar.

Önlenemeyen göç ve yerleşimler, Anadolu Selçuklularını olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri de rahatsız etti. C.COHEN’in ‘GENİŞLEME İÇİNDE BUNALIM’ adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu çatışması yanında, oldukça şiddetli bir Türkmen-Kürt çatışması ortaya çıktı.

Prof.Faruk Sümer’in KARTALLARLA-LEYLAKLARIN SAVAŞI dediği çatışma (1185) kısa bir süre içinde Musul ve Cizre’den Suriye, Malatya, hatta Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtlerin yenilgisiyle sonuçlandı.

Adlarını önderlerinin adından alan RÜSTEM TÜRKMENLERİ ile KÜRTLER arasındaki bu çatışma, ilk ve o boyuttaki tek büyük Türk-Kürt çatışmasıdır.

Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç, durumuna gelen Türkler, Doğan Avcıloğlu’na göre, TÜRKLER GİBİ SAVAŞKANLIKLARIYLA tanınan Kürtlerle çok önceden tanışmışlardır. Onlara iyi askerler olarak İSLAM ORDULARINDA görev vermişlerdi.

Gazneli Mahmut (988-1030) ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu TUĞRUL BEY (990-1063) ordularında Kürt askerler kullanmıştı. Alpaslan (1029-1072) Anadolu’nun fethinde büyük önem taşıyan Malazgirt Savaşı’nda Kürtlerden önemli destek görmüştü.

Alpaslan’dan sonra başa geçen Melikşah (1055-1092) amcası Kavurd’la giriştiği yönetim mücadelesinde, Kürt askerlerin desteğini alarak başarıya ulaşmıştı.

Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir Kürt aileden gelen Selahaddin Eyyübi’nin (1137-1193) ordusu, Türklerden oluşuyordu, ancak bu orduda önemli sayıda Kürt askeri de vardı.

Büyük Selçuklular-Karakoyunlular döneminde yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk Devletiyle uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı asker olan ve Suriye’ye Vali atanan Kürt kökenli Eyyüp Bin Şadi (12.Yüzyıl Selahaddin Eyyüp’unün babası) 3.Haçlı seferinin başlamasıyla Haçlılara karşı Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi Devleti’ni kurdu.

Eyyüp Bin Şadi, Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve bürokrasinin hemen tümü Türkler’den oluşuyordu.

Karakoyunlular, Cakirli Ayinlu, Süleymani, Zirki ve Mahmudi gibi Kürt aşiretlerini, toplumun asal unsuru saymış, devlet kadrolarını onlara açık tutmuştu.

Aynı tutumu Anadolu Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti de sürdürmüş; Türk-Kürt kaynaşmasını pekiştiren bu uygulama, sekiz yüzyıl süren bir gelenek haline, devlet işleyişine yerleşmiştir.

Türk-Kürt Birlikteliği, devlet görevlerinde yer almaya sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın, tarımdan, hayvancılığa, zanatçılıktan ticarete, kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında eşit biçimde yer alırlar.

Benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel alışkanlıklar içinde, çok uzun süre birlikte oldular.

Geçmişte, bir çok Türk beyi, Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerde beylikler kurarak yöreyi Türkleştirdi. İlerki dönemlerde kimi Türkmen boyları Osmanlı baskısından kurtulmak için, Kürt bölgelerine yerleştiler, Kürtçe öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11.ve 12.yüzyıllarda başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme sürecine zarar vermedi. Kürtlerin rahatsız olacağı bir sonuç yaratmadı. (DEVAM EDECEK)

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor