ÇİN İPEĞİN SIRLARINI ÜÇ BİN YIL SAKLAMIŞ

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

Başta dedik ya, Çin’deki buluşları listelemeya kalksak aklımız yerinde sıçrar. Onun bunun yanında, İpek de ilk kez Çin’de bulunmuş. Ondan sonra da asırlarca sarayda saklı sır olmuş. Çin, ipek ticaretiyle zenginledikçe zenginlemiş. Düşününüz ki, on binlerce kilometrelik kıtalar aşan yolun adı bie “İpek Yolu” olmuş.

İpeğin hazin mi hazin bir hikayesi var…

Hazret-i İsa doğmadan 2500 yıl kadar evvelinde, şehzade iken evlendiği kocası Çin Padişahı olunca, zavallı Lei Tsu’nun mutluluğu önce gölgelenmiş, sonra kararmış. Tac-u-taht öncesinde kumru-kumru olduğu efendisi, devlet işlerine bulaşınca, “Krala karı-kız tedarik” Daire Başkanlığının yüksek gayretlerinden hoşlanır olmuş. Başkalarından hoşlanır olunca, Kraliçe de elbette boşlanır olmuş…

Bir eyyam daha sabreden Lei Tsu “yatak-döşek, ölmeyen eşek” kalıbına dadanınca, saray’ın doktor taifesi harekete geçmiş. “Genç ve kocalı dul” Lei Tsu’ya oyalanacağı bir şeyler bulmak için ellerinden geleni-gelmeyeni yapmaya başlamışlar. Nihayet, tazeciğin kelebeklere olan düşkünlüğünü görüp, ucu bucağı olmayan saray bahçesindeki ağaçları elvan-çeşit kelebeklerle süslemeye başlamışlar…Bu çözüm tutmuş…

Kraliçecik, kelebekli bahçede saatlerini geçirir ve her geçen saatte üzüntüsünü biraz daha yitirir olmuş. Tabii ki kelebek ordusu gibi ekipler, Çin Memleketinin her bir tarafından getirdikleri yeni kelebeklerle ha bire sarayın kapısını çalıyorlarmış…

Günlerden bir gün, Lei Tsu hanım, yer fıstığı şekilli, parıltılı, beyaz-sarı bazı cisimler görüp bunlardan birkaç tanesini toplamış ağaçtan. İpekböceği kozası olduğunu ve getirilen kelebeklerden bir cinsi ile artık o bahçede ipek böceği olduğunu nereden bilsin ki zavallı… Kozaların büyüsüne kapılmış gibi, elinden bırakmamış o gün. Akşam, odasına çekildiğinde bile elindeymiş kozalar. Lavabonun bir yanına bırakıp yu’unmuş ve o gece çok mutlu uyumuş. Sabah gözünü açar açmaz, kozaları aramış. Hatırlamış nereye bıraktığını ve banyoya koşmuş. Arkasından da feryat-figan zırlayınca sarayın ilgili-ilgisiz görevlileri Sultan Dairesini doldurmuşlar. Meğer ki, o kozalar, banyo odasındaki buhar etkisiyle çözülü-çözülüvermişler

Sultan Hanım üzüntüsünden yememiş, içmemiş; kimseyle görüşmemiş… Karalar bağlamış, kozaları andıkça ağlamış…  Birkaç gün sonra, Çin Sarayı’nın kumaşçıbaşısı (Bu makam da Çin Devleti’ne hediyemiz olsun) destur isteyip Sultan Huzuruna varmak istemiş.  Yaşlılığına hürmeten kabul etmiş Sultan. Kumaşçıbaşı (yakıştı yani bu meslek Çin Sarayı’na…) yaşlılığına, bilgeliğine karşın çok saygılı bir ifade ile, “Saygıdeğer Sultanım… Geçenlerde sizi üzen ve dağılmış gördüğünüz maddelerden iplik yaptım. Bu iplikleri de dokuyup size mendil ürettim… Alınız, göz yaşınızı silersiniz” deyip bir minik ipek mendil uzatmış… İşte, o mendil, ipeğin dokunmuş ilk şekliymiş ve Çin Devleti acayip paralar kazanmış binlerce yıl boyunca…

Aradan 3000 sene kadar zaman geçmiş.

İstanbul’un büyük sarayında imparatorluk işi ile meşgul Bizans vatandaşlarından Jüstinyen, Adana dolaylarındaki bet ve bereketle yakından ilgilenen bir zatmış. Buradaki koyunlara koyun, tarlalara tarla katmış. Amacı, dokumacılığı kat be kat katlamakmış.

Dediği de olmuş haaa!..

Adana, daha o yıllarda bir muazzam tekstil merkezi olmuş…

Gel gelelim, Jüstinyen “İpek” diyormuş da, başka bir şey demiyormuş (Bu laf da çok abartılı geldi bize; neyse…) Sonunda, iki İranlı keşiş, Çin’den getirdikleri Cevşanı, yani içinde dua bulunan süslü-püslü bambu muhafazayı Jüstinyen’e sunup “İmparator Hazretleri, emriniz üzerine vardık Çin devletine, iki din adamını rüşvetle kafaladık ve ipeğin sırrını alıp geldik!” demişler.

Jüstinyen, bambu içindeki irmik gibi mini-minnacık yumurtalar ile “İşletme ve Bakım talimatnamesi” gibi yazılmış üretim tarifnamelerini kapmış. Yazılanları tekrar tekrar okumuş ki, ipek dediğin nesnenin aslı dut yaprağı… “Dut yaprağı ne zaman yeşerir?” diye sormuş yanındaki ulemaya. “15 gün sonra Adana’da, 20 gün sonra Hatay’da…” demiş olmalılar ki, acele yollamış emanetleri bu yakaya…

İşte, ipek, 3000 yıllık gizini muhafaza eyledikten sonra ilk kez Adana’da ve hemen ardından da Tarsus-Hatay’da işlenir olmuş. O yıl, takvimler 550 Senesini göstermekte imiş… 555’te de, İstanbul sarayı’na girmiş. Sadece sarayda dokunmuş kumaşlar; saray halkı için ve de gelen önemli yabancı konuklara hediye olarak… Tıpkı Çin gibi, ipeğin işlenmesi, dokunması uzun süre gizli kalmış İstanbul sarayı ve surları içinde…

ÇARŞAMBA’YA: DAHA ÇOK VAR YAZILACAK

İPEKLİLER İÇİNDE GARSON: Pekin Belediye Başkanı 2000 konuk ağırlarken, yemek boyunca sağ yanında Türkiye Belediyeler Birliği Başkanı Aytaç Durak vardı. İki lidere hızmet eden garson kadın, simgesel diyebileceğimiz ipek kumaştan elbisesiyle dikkatimizi çekti.

İPEK, BURADAN SONRA İLK ADANA’DA:  En az 3000 yıl, bir köşesinden fotoğrafını sunduğum Çin Sarayı tarafından korunmuştu ipeğin sırları. Amerikan  Groliers’in Encyclopedia International’ına göre, ilk dokuma Milattan 2500 yıl kadar önce yapılmış. Çin’den sonra da ipek dünyada ilk kez Adana’da üretilmiş.

BU TABLO DA İPEKTEN: Görip de inanılamayacak eser. Pdkin, İmparatorluk sarayında karşılaştım. Yüzde yüz incecik ve rengarenk ipek ipliğiiğiyle yapılmış muhteşem tablo. Ölçüsünü tahmin ederek yazıyorum: 60 x 80 gibi.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor