ÇİN ÜLKESİNİ ZİYARETİMİZ SIRASINDA ‘COVID’ YOKTU

İleride, teknolojideki gelişmeyle olacak da, şimdilik komşu kapısı denmeyecek kadar uzak ve anlaşılması hayli zor, gizemli ülkedir Çin. Oraya resmi davetli olarak gittiğimizde  COVID-19 henüz icad edilmemişti. Dünyayı sarsmasına daha 16 yıl falan vardı. COVID  hariç, görebildiğimiz kadarıyla o günlerin Çin’i ile bugünlerin Çin’i arasında fark yok. Yani ki, pek az güncelleme ile bu ilginç ülkeyi anlatalım, çektiğimiz sayısız  fotoğraflardan birkaçını sunalım.

Bugün için özet veriyoruz. Sonraki birazcık ayrıntılı, bilmeden abartılı, azıcık sarsıntılı ve de bazen mide bulantılı sunumlarımız olacak. Adem oğluyuz ya,,  bizim de sanımız insan, normal sayılır sürç-i lisan, hoşgörünüz olsun ihsan…

ÇİN’DEKİ, ŞEHİRDE PARK DEĞİL, PARKTAKİ ŞEHİR!

Bazen eski fotoğraf dosyalarımı karıştırırım. Önceki gün, on altı yıl kadar önce koca Çin memleketlerinde çektiğim fotoğraflara baktım. Daha doğrusu imrenerek baktım. Düzen, intizam, estetik; yani, olursa bu kadar olur… Herifçioğulları şehir içine park yapmamışlar da, parkın içine şehir kurmuşlar sanki. Her taraf yeşil, yemyeşil. Be mübarek Çinli, o kadar araziye nasıl sahiplendin? Milyon milyon fidanı nasıl aldın? Bunca fidanı dikip sulayacak adamın parasını nasıl buldun? Şimdi de nasıl suluyorsun, nasıl buduyorsun, nasıl aydınlatıyorsun?

PAZARLIK ŞART

Görüp yaşadıklarımızdan anladık ve iman eyledik ki, Çin’de alışveriş ederken sıkının sıkısı pazarlık etmeyenleri falakaya yatırıp bir güzel sopalıyorlar sanki. Memlekette asla ve kat’a

“Bu kaça?”

“Elliye…”

“Sarıver”muhabbeti yok. Nasıl olsun ki?  Aha şu gözlerimizle görüp şu kulaklarımızla işittik ki “pazarlık” denilen argümanın daniskası “Made in China”dır. Tavsiye ve talimat üzerine ipek kravat almaya giderek birkaç ürün beğenip fiyat sorduk. Cevap hesap makinesinden geldi. Çok az ve hiç anlaşılmaz bir İngilizce konuşan kız tuşlara dokunup makineyi gözümüze soktu. Okuduk; 600 yazıyor.Tavsiye almışız ya; hemen tepki, verdik:

“Çok!..”

“Sen ne vereceksin?”

“Satıcı sensin, sen söyle…”

Gene hesap makinesi ve ba sefer 550… Bizden “olmaz”, ondan yeni rakam diye diye 15 dakika sonra fiyat düştü 90’a… Bizden hala “Yok, in hele in!..” gelince, sol elimizi kavrayıp makineyi tutturdu ve sağ elimizin işaret parmağını çekip tuşlara yaklaştırarak “Ne veriyosun, yazsana!” anlamında olduğu muhakkak, “Çinilizce” yani Çince-İngilizce arası birşeyler söyledi. Artık karşı teklif şart olmuştu ve yine bize söyleneni yerine getirip ilk fiyatın onda biri olan 60’yazdık.

İnanmamış gibi suratımıza baktı ve makineyi alıp yeni rakam yazdı: 85… Makineyi tutturdu gene. İnadımız inat ya, tekrar 60 yazdık. Makine bir gidiyor, bir geliyor… Sonunda 66’ya geldi kızcağız. Biz de bakalım ne olacak saiki ile santim çıkmıyoruz; 60’a çivilendik sanki. Hangi durumda olursa olsun kızmayan, belki de kızgınlığını gizleyen Çinlilerden biri olan genç kız, çok ufak tertip bir hışım gösterisi ile makineyi ve kravatları çekip aldı. Biz de sırtımızı dönüp yürüdük. İki adım, üç adım ve arkadan çağrı: “Hadi gel, gel neyse!..”

Dönüp yaklaşınca yine makine çıktı ortaya. Bu sefer 65!.. Biz tekrar döndük. Bir daha, bir daha ama, 62’den geri gitmedi ve sonunda 150’ye bile sevinerek alacağımız seçme kravatlardan olduk. Hayatım boyunca yaptığım üç ya da beş pazarlıktan biriydi. Ne yazık ki olumsuz sonuçlandı.

İKİNCİ BÖLÜMDE: OTELE GİRİP ODAMIZA ÇIKINCAYA KADAR TAM 20 GENÇ KIZ SELAMLADI

ÜLKE KADAR PARKI KENT YAPMIŞLAR:  Hangisine giderseniz gidin, büyük kentlerde park yok. Daha doğrusu kente park değil de, devasa parkta kent görüyorsunuz. İnsan ağacı, yeşili bu kadar mı sever birader!.. Türkiş mantıkla bakarsak, adamlarda akıl yok; kesin ağaçları, dikin AVM’ler, rezidansları, kent kente benzesin…

JULY KADIN DİLİM VE KULAĞIMDI: Kentlilerin hepsi mi öyle, yoksa bana mı denk geliyor, bilmiyorum, her Çinlinin bir de Amerikanca adı var. Bize kendilerini hep takma adlarıyla tanıttılar. Tercümanımız July de “temmuz” anlamındaki ismiyle tanıttı kendini.  6 gün boyunca, her saniye yanımızda bitiyordu. Ne zaman uyuyor, ne zaman yemek yiyor, gerçekten çözemedim. Yemeklerde de yanımızdaydı ama tek lokma almıyor. Gerektiğinde tercümanlığımızı yapıyordu.

BAYRAĞIMIZ GÜCÜMÜZ OLDU: Her toplantıdaoturacağımız yere hosteslerimiz götürüyordu. Oturduğumuz her yerde hazır bulduğumuz  al bayrağımız adeta içimizi ısıtıyor, güç veriyordu. Ben ve sağımda Türkiye Belediyeler Birliği’nim Kuraca Başkanı ve Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak bu duygumuzu sonuna kadar koruduk.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor