GAZYAĞI, İSPİRTO, ÇİVİT BOYA VE TAHTA FIRÇASI

Başlıkta sıraladıklarımın hepsi de bakkallarda satılırdı.

Gazyağından başlayalım; en ilkin aydınlatma amacıyla tüketilrdi. Şişelilerin ve lüks dediğimiz gömlekli, pompalı lambaların yakıtıydı gazyağı. Şişelilerin en küçüğüne idare lambası denilir ve geceleri işe yarardı. Ardından 2 numara, 3 numara diye numarası, ışığı ve tabii ki gaz  tüketimi artan lambalar sıralanırdı. 5 Numara lambanın “elektrikgibi” dedirten güçlü ışığı olduğuna inanılırdı. Bunlar, alttaki gazyağı depocuğuna ulaşmış pamuktan örgülü fitille ışık verirdi. Fitil yükseldikçe ışığı da, şişe denilen cam muhafazanın tepesindeki islenme de artardı. Lüks, pompalı araçtı. Işık başlığı ısıtıldıktan sonra pompalanan gazyağı buhar haline getirildiği için parlak ve güçlü ışık verirdi. Seyyar satıcıların temel tezgah araçlarından sayılırdı. Her ikisinin fotoğraflarına yer verebiliyorum. Lambadan sonra gazyağı ocakları devreye girdi ve hızla yayıldı.

Gazyağı bakkallarda satılırdı. Bazen aldığımız helvanın veya peynirin gaz yağı kokulu olmasına alışılmıştı.

İspirto, hemen her evde bulunan ispirto ocağı yakıtıydı. Aynı zamanda sivrisinek kaşıntısının ilacı sayılırdı. Yine yaralarda-berelerde mikrop kırıcı niteliğine sahipti. Şaraptan çok daha ucuz olduğu için parasız bekrilerin içkisiydi. Menekşe renkliydi,  bakkallarda satılırdı. Tekel ürünü olduğu için ancak “İnhisar Ruhsatı” olanlar satabilirdi. İnhisar demek, zaten tekel demekti.

Titiz ev hanımları çivit boya yoksa çamaşıra oturmazdı. O yıllarda çamaşır makinesi hayallerde bile yoktu. Tenekelerde külle arındırılıp yumuşatılmış su leğene dökülerek içinde çamaşır sodası eritilirdi. Tabii çoğunlukla leğen yerde olduğu için olayın tamamına “çamaşıra oturmak” denilirdi. Kaynatılan beyazlar iyice yıkanıp paklandıktan sonra durulanırken çivit boyaya gereksinim vardı. Yarım kibrit kutusu büyüklüğünde, bir santim kalınlığında kare kesilmiş mavi bloktu çivit boyalar. Tülbent içine konulup sallanınca suya hafif mavimsi renk yayılır, beyazlar da burada durulanıp asılırdı. Çivitlenmiş beyazlardaki pırıltı ve ışıltıyı bu ilginç boya sağlardı. Soda ve çivit boyalar da bakkaldan alınırdı.

Evlerimizin pek çoğunda tahta fırçası kullanılırdı. Normal bir avuca rahatlıkla oturacak genişlikteki tahtaya çakılı örgü keçede yan yana dizili ince çelik teller, ıslatılmış ahşap yüzeylerdeki kiri ve çapağı yok ederdi. Trabzanlar, merdivenler, sofalar, pervazlar yılda en az üç-dört kez fırçalanarak parlatılırdı. Temizliğin başarısı, fırçanın bol su ile bastıra bastıra sürtülmesine bağlıydı. Fırçalar bir bakıma geniş yüzeyli, ince dişli törpü gibi etki yapan basit ve ucuz araçlardı. Tahta fırçası eskidiği zaman yenisi bakkaldan alınırdı.

Çocukluğumuzun en sosyetik ve prestijli oyun aracı “kasnaklı kuş” dediğimiz uçurtmalardı. Kargıdan düzgün kesilmiş üç çıta ve iplikle çatılmış altıgen kasnağı kaplayan incecik renkli kağıda “kuş tabağı” derdik. Tabak’la ilişkisinin, tabakadan geldiğini yıllar sonra fark etmiştim. Sarı, yeşil, mavi, turuncu, kırmızı ve mor renkliydi. İki tabak beş kuruştan satılırdı. Sadece gövde için değil, kuyruk ve saçaklar için de aynı kağıda gereksinim olurdu. Kuş tabağını da bakkaldan alırdık.

O küçücük bakkal dükkanları günümüz hipermarketlerin mikroskopik ölçeklisi sayılırdı desem, yanlış olmayacak.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor