KIRAATHANE, LOKANTA DUVARILARINA RESİMCİ

Biz ressam diye biliriz de, Yeşilköşe Kıraathanesi’nin ocakçısı “Resimci”, komşu kebap salonu sahibi Rasim Usta da “Ressamcı” demişti.  Kulağıma yamuk oturan iki tabir dikkatimi çekti, çevreme bakındım. Çok zayıf, yanakları iç bükey, bir haftadır tıraş olmadığını tahmin ettiğim biri, kebap salonun duvarına kocaman bir resim yapmaktaydı. Bulutlar, dağlar, göl ve bir andaki orman çok hoş duruyordu. İzlemeye koyuldum. Sol köşedeki boşluğa yeşil zeminden fışkırmış devasa ağaçlar altındaki kırmızı çatılı evi, eve giden yolu, kıyıda balık tutan şapkalı adamı kuş sürüsünü yapıncaya kadar, nefes almaktan bile çekinircesine pür dikkat takip ettim.

Yanında, orta boy, birkaç yuvarlak boya tenekesi ve iki-üç fırça vardı. Yeşili yaparken maviyi, kırmızıyı, sarı ve beyazı da sürmesi beni hayretten hayrete sürükledi. Çünkü o kadar renkle ortaya çıkan ağacın yaprakları bana yeşil gibi geliyordu.

Neden sonra yerinden kalktı. Gözlerini resimden ayırmaksızın gömlek cebinden Bafra (Sigara) paketini çıkarıp pantolon ceplerinde bulamadığı kibriti yanındaki sandalyede elini dolaştırarak yakaladı. Gözleri hala resimde, alışkın hareketle bir kere çakıp yaktığı kibritle sigarayı tutuşturdu ve derin nefesler çekmeye başladı. Resimdeki becerisine ne denli hayret ettiysem, gözlerini resimden salise ayırmaksızın sahnede yetenek gösterisi yapar gibi, bakmadan sigarasını tüttürmesinı de o denli hayretle karşıladım. İzmariti yere atıncaya kadar da bakışları resimden ayrılmadı. Nihayet eğilip izmariti aldı, etrafına bakındı ve ileri masadaki kül tablasına bastırdı. Tekrar oturdu. Bu kez en ince fırçayı alıp resmin orasına burasına çeşitli renklerle rötuş uygulamaya başladı. Her hareketinde, o güzel resim biraz daha parlıyor, giderek daha da göz alıcı oluyordu. Şöyle tarif edebilirim; çok güzel bir kadın düşünün, zarif mimiklerle gülümsediğinde nasıl çok daha alımlı olursa, resim de, her fırça darbesiyle öyle değişiyordu. O incecik müdahalelerde büyü vardı sanki.

Rasim Usta Kıraathaneye doğru seslendi: Hikmeet!.. Ressamcının işi bitti. Bi kebap yediryim de sana öyle gelsin. Kıraathaneden “Olur, olur!” karşılığı geldi.  O an, hala kızı ablama “Yelpaze” dergisi almak için çıktığımı hatırladım. Eminim ki, ablam, geç kalışımdan dolayı telaşlanmıştı. Bir koşu dergiyi kaptığım gibi ablama yetiştirdim. Aklım, fikrim Yeşilköşe Kıraathanesinin duvarına yapılacak resimdeydi.

Kıraathaneye geldiğimde nefes nefeseydim. Resmin yapılışını en başından izlemek istiyordum. Babam çok güzel resim yapardı. Benim resimlerim de okulda beğenilirdi. Sınıf Panosundaki padişah resimlerini de ben yapıyordum. Kısacası, kıraathaneye geldiğimde içimdeki heves volkanı alevler savuruyor, bir yanından da lavlar dökülüyordu.

“Ressamcı”, ağzında sigara, elinde küçük boya kovaları ve omzuna asılı tahta çantayla gelip duvarı izlemeye başladı. Arada bir parmak uçlarıyla duvarın orasına, burasına vuruyordu. Sonunda, kıraathane işletmecisinin yardımıyla bazı masa ve sandalyeler çekildi, yer açıldı. Tam işe başlayacaktı ki, kıraathanedekilerden tanıdık biri kolumdan tuttuğu gibi kapıya sürükledi. Kendimi dışarıda bulduğum anda bir de azar işittim: Utanmıyon mu bu yaşta kaaveye gelmiye? Baban duysa naapar bilmiyon mu?

İçimdeki volkana helkeler (kovalar) dolusu su döküldü. Önce alevler söndü, sona da lav katılaşıp parçalandı. Parçalar düştükçe içimde bir yerler fena halde acıyordu. Gözlerimde yaş, önümü zor seçerek eve yöneldim.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor