SAÇI BELİNDE ERKEK ÇOCUKLARI GÖRDÜK

Biri kapı komşumuzun, diğeri karşı koşumuzun oğluydu.İkisinin de saçı beline kadar uzamıştı. Bitişik evdeki her gün buluştuğumuz arkadaşımdı. Defalarca tanık oldum; annesi tararken hüngür hüngür ağlardı. Merak denilen duygu benliğimi sararken sordum, “Saçın neden uzun?” Cevap tek kelimeydi, “Adaklıyım.”

Aynı gün annemden öğrendim “Adaklı nedir, saçı neden uzundur?” sorularının cevabını. Daha kundaktayken ağır hastalık geçirmiş. Doktora “Allah’tan ümit kesilmez” dedirtecek kadar ağır hastalık. Bunun üzerine, konu-komşu önerisiyle adaklanmış. Adaklanma şöyle olmuş; anne ve baba birlikte, “Allah’ım sen oğlumuza iyilik ver, 7 yaşına kadar saçını kestirmeyeceğim” diyerek taahhüde girmiş.

Yedi yeşına girmek üzereyken bir güzel aklayıp pakladılar ve bayramlık elbise giydirip Sümerbak kapısının karşısındaki Foto Sabah’ta kocaman fotoğrafını çektirdiler. Birkaç gün sonra da, biz dahil, kalabalık komşu grubuyla Hazreti Hızır Yatırına gidildi. Galiba Dağlıoğlu Mahallesi tarafında, bahçeler içinde, dalları diyebilirim ki bir dönüm alanı kaplayan ağacıyla hap aklımda kalan yatır. Sene, 1953, o taraflara ev yapılacağı hiç kimsenin aklına gelmezdi tabii.

Kuran okundu, adak kurbanı kesidi. Arkadaşımın alnına kurban kanı sürüldü. Gelenlerden biri de berbermiş. Tıraş makinesini kaptığı gibi başladı gezdirmeye. On dakika sonra, o bele kadar inen, sık sık ta örülen saçlar gitmiş, bir numaraya vurulan capcavlak kafa ortaya çıkmıştı. Sonuçta adak yerine getirilmiş, Yaradan’a verilen söz tutulmştu.

HAMAYLI VE MUSKALAR

İlla da hastalık için değil, nazar için de, çekemeyenlerin yaptırmış veya yaptıracağı kara büyü için de muska yazan sözde hocalar vardı. Küçük halam böyle bir keskin hocayı (!) duyunca, her zaman hareketli olan kardeşirmi düşünmüş. Yerinde duramazdı. Babamdan pek sık dayak yerdi. Uslanması için, halam ben ve yaramaz diye bilinen kardeşim Hergele Yolunda bir eve gittik. Hoca, takkeli, beyaz entarili sakallı biri. Halamı dinledi. Yanında duran kalın kitabı alıp rastgele bir sayfa açtı. Arapça yazılı kitaptı. Babamı, annemi, kardeşimin yaşını sorduktan sonra birkaç sayfa daha çevirip “Çocuğun beynine hava girmiş, onun için aklı yerinden oynuyor” derken kardeşim ok gibi fırlayıp dışarı çıktı Dakika geçmeden hocanın camlarını birer birer taşlayıp kırmaya başladı O gün beynindeki havanın tamamı boşalmıştı sanki. Sabretseydi, hoca bir güzel muska yazacaktı  Muska deyip geçmeyiniz; o yıllarda her gün her yerde en az birkaç muskalıyla karşılaşmak olağandı. İyi bir Kuran tefsircisi olan babam inanmaz, fakat  psikolojik etkisini kabul ederdi.

Küçük amcamın eşi geldi, baş ağrısından şikayetçiydi. Aspirin kar etmemişti. Ümmi kadındı. Bana “Gülüm sen de babanın oğlusun, ne var bana muska yazsan?” dedi. Kırmadım. Beyaz kağıttan şerit kestim. Henüz öğrenmeye çalıştığım eski Türkçeyle “Yengem çok saf, Ben bunu yazdıktan sonra inanıp iyileştiğini söyleyecek” anlamında bir şeyler çiziktirip ciddi ciddi katladım, verdim. İki saat sonra bir tabak muhallebiyle geldi. Teşekkür üstüne teşekkür ediyordu. Muskam çok iyi gelmişti çünkü.

Eminim ki anlattıklarıma benzer pek çok hikayeler, anılar duydunuz. Baktım, yazmaya kalksam bu ayı geçireceğiz ki, size de yazık olacak, bana da. En iyisi tadında bırakmak. Allah hepimizi ve en çok da memleketimizi nazardan saklasın.

    Bir yanıt yazın

    E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

    Röportaj

    Sağlık

    Spor